Telefonla Sipariş: 0(544) 661 0380

Şifa Allah'tan, Macun bahane... Lakin tadı şahane.

Dilenci Ve Yoldan Geçen Adam

Adam, soğuk bir akşamüstü evine doğru yola çıkmış. Yolda bir dilenci kendisinden para istemiş. Bütün ceplerini kurcalayan adam, ne yazık ki hiç para bulamamış.

Bunun üzerine kendisine uzatılan soğuk elleri kendi elleriyle ısıtarak:
– Kusura bakma kardeşim, sana verecek bir şeyim yok.

Dilenci:
– Verdiniz ya efendim. Bana kardeşim dediniz ve ellerimi ısıttınız.

Bir Hastane Odası

İki yatak ve yaşamla ölüm arasında bir çizgide yaşamdan yana kalmaya çalışan iki kalp hastası. Yataklardan biri pencere önünde, diğeri duvar dibinde.. Pencere kenarındaki sabahtan akşama kadar pencereden dışarı bakıp gördüklerini duvar dibindeki arkadaşına anlatıyordu:

– Bugün deniz dünden daha durgun, beyaz yelkenliler denizde belli belirsiz ilerliyorlar. Kuğu gibi süzülüyorlar.. Park mı? Ha! Park henüz tenha. Salıncakların ikisi dolu, ikisi boş. Geçen haftaki sevgililer yine geldiler. Hep el eleler. Bir sıraya oturdular. Gözlerini birbirlerinden ayırmıyorlar. Ah kardeşim, görmelisin! Erguvanlar bugün çıldırmış. Öyle çiçek açmışlar ki etraf mora boyanmış. İşte parkın neşeli çocukları geldi. Ellerinde rengarenk balonlar. Bugün martıların keyfine diyecek yok..

Bu böyle her gün sürüp giderken pencere kenarındaki hasta yeni bir kalp krizi geçiriyor. Duvar dibindeki hasta düğmeye bassa doktor gelecek ve arkadaşı kurtulacak, ama yapmıyor işte. Şeytan karışıyor işe..
Arkadaşı ölürse pencere kenarı ona kalacak. Bugüne kadar kulaklarıyla duyduklarını gözleriyle görecek. Ve duvar dibindeki hasta düğmeye basmaz, arkadaşı ölür.

Ertesi gün onu pencere kenarındaki yatağa alırlar. Beklediği an gelmiştir. Güçlükle doğrulur ve pencereden dışarıya bakar.. Ama o da ne! Dışarıda kapkara bir duvar, dibinde de bir tane çöp kutusu vardır.

Faydasız Dua

İyi ve inançlı bir adam maddi sıkıntı çekiyordu. Sürekli taleplerle karşılaşıyordu. Bir gece sıkıntı içinde dizlerinin üstüne çöktü, gözlerini göğe çevirdi ve dua etmeye başladı:

– Allah’ım, çaresizlik içindeyim. Lütfen büyük ikramiye bana çıksın. Ancak o zaman borçlarımı ödeyebilirim.

Ertesi hafta durumunun düzeleceğinden umutluydu. Üç ay sonra inancı zayıflamaya başladı.
Yıl sonunda ise tek kuruş ikramiye bile kazanamadığı için öfkeliydi.

– Beni duyuyor musun, Allah’ım? Bana yardım edeceğine inanmıştım. Ama bir yıl geçti ve hala dualarıma bir karşılık vermedin.

Birden gökyüzünde kara bir bulut belirdi, şimşekler çaktı ve gökten bir ses gürledi:

– Seni duyuyorum, aslında bütün dualarını işittim; ama, bana biraz yardımcı olman gerekli değil miydi? En azından bir piyango bileti alarak!

Korkudan Donmak

Bir palet fabrikasında bir grup işçi, ustabaşlarıyla birlikte cumartesi öğleye kadar mesaiye kalmaya karar verirler. Öğleden sonra da ustabaşının doğum gününe gideceklerdir. Herkes kendi bölümünde çalışmaya başlar.

Ayhan, kontrol amacıyla soğutuculardan birinin içine girer. Ama girmesiyle birlikte demir kapı kapanır. Tüm çabalarına rağmen açamaz. Bu arada fabrikadaki işçiler işi bırakıp topluca partiye gitmişlerdir. Hiç kimse o telaşta Ayhan’ı fark etmez.

Pazartesi günü dışarıdan bu soğutucuyu açtıklarında köşede kaskatı kesilmiş Ayhan’ın cesedi ile karşılaşırlar. Cesedin yanında bir not vardır:

– Burada kapalı kaldım. Üşüyorum, donuyorum.

Fakat asıl ilginç olanı şudur: İçeride 5 derece sıcaklık vardır ve soğutucu üç aydan beri bozuk olduğu için çalışmamaktadır. Yani kendisini donmaya hazırlayan Ayhan, donmuştur.

Garip Balıkçı

Bir gün bir balıkçı av malzemelerini ve balık sepetini alarak oltayla balık tutmaya gitmiş.

Gittiği yerde bol şans dilediği diğer balıkçılar hiç balık yakalayamamışlar. Adam “Ya Nasip!” diyerek oltasını atmış. Kısa bir süre sonra oltasına büyük bir balık gelmiş; ama, adam balığı iğneden kurtarmış ve kendi kendine “Olmadı.” diyerek, balığı nehre bırakmış. Kısa bir süre sonra ondan daha büyük bir balık yakalamış; ama yine “Olmadı.” diyerek balığı suya bırakmış. Çevresindekilerin şaşkın ve alaycı bakışları arasında küçük bir balık daha yakalamış. Çevresindekiler, “Büyükleri beğenmediğine göre bunu hiç beğenmez.” diye düşünmüşler. Oysa adam balığı iğneden kurtardıktan sonra “Oh be!” diyerek, balığı sepetine atmış. Adamın bu garip tavırlarına anlam veremeyen balıkçılardan biri dayanamamış ve sormuş: “Arkadaş, büyük balıkları suya geri attın, ama küçük balığı sevinçle sepetine atıyorsun. Bunun anlamı nedir?”

Adam tebessümle cevaplamış: “Evet, balıklar büyüktü, ama benim sepetim küçük. Ben sepetime uygun balıkları yakalamalıyım.”

Gerçek Yoksulluk Gerçek Zenginlik

Günlerden bir gün zengin bir baba, oğlunu bir köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı;

İnsanların ne denli yoksul olabileceklerini oğluna göstererek, yaşadıkları zenginliğin değerini daha iyi anlamasını sağlayacaktı.

Çok yoksul olan ve hayli uzakta yaşayan akrabalarının evinde bir gün ve bir gece geçirdiler. Yolculuk dönüşü baba oğluna sordu:

Orada gördüğün her şeyden sonra insanların ne kadar yoksul olabileceklerini anlamışsındır sanırım. Şimdi bizim zenginliğimizle, onların fakirliklerini bir kıyasla bakalım.

Oğlu anlatmaya başladı:

Bizim evde bir köpeğimiz var; onların dört tane vardı. Bizim evde çok büyük bir havuz var. Onların ise içinde binlerce balığın oynaştığı uçsuz bucaksız dereleri var.
Bizim bahçemizi aydınlatan lambalarımız, onların bahçelerini aydınlatan yıldızları var. Bizim görüşümüz ön bahçeye kadar; onlar ise tüm gökyüzünü görüyor.

Ve babasının hayret dolu bakışları arasında devam etti:

Teşekkürler baba, ne kadar yoksul olduğumuzu gösterdiğin için.

Yaşamın Anlamı

Bencillik ve cimrilik yaşam felsefesiydi. İnsanlara güvenmemeyi ilke olarak benimsemişti.

“Düşenin dostu olmaz, insanın dostu yoktur; saadetine ortak olmak isteyenler vardır.” diyordu. Başarılı olmak için her şeyi meşru görüyordu. Başarıdan anladığı da zengin olmaktı.

İnsanların onu sevmemelerinin nedeni olarak da çıkar elde edememelerini görüyordu. Durmadan çalıştı, durdu. Tabii bu arada bazı haksızlıklar yapmıyor değildi. Küçük kardeşlerinin mallarını haksızlık yaparak ellerinden almış, onlara atmadığı kazık kalmamıştı. Parası vardı ve her şey yolunda gidiyordu. Yoksullara asla yardım etmez hatta onlara kızardı. Zira yoksullar ya tembelliklerinin, ya kendi hatalarının kurbanları ya da Allah’ın cezalandırdığı kimselerdi.

Ancak, üniversitede okurken torununa bir defaya mahsus bir miktar para verdiğini unutmayalım. Gerçi bu parayı kaç defa oğlanın başına kakmıştı ya, neyse yine de bir yardımdı bu.

Bir gün her insan gibi hastalandı. Hastalığı çok ciddiydi. En güzel hastanede yatıyor, hemşireler ve doktorlar etrafında dört dönüyordu. Ancak günler geçiyor, hastanede kimse ziyaretine gelmiyordu.

Zavallı karısı ölmeseydi, mutlaka yanında olurdu ya, o da ölmüştü. Oğulları onunla konuşmuyordu. Kızını da fakir birisine kaçtı diye daha evlendiğinde evlatlıktan ve mirasından reddetmişti.

Kendini çok yalnız hissediyordu. Çok parası vardı, ama yalnızdı. Acaba bir yerlerde bir hata mı yapmıştı, yaşam felsefesi mi hatalıydı? Bu düşünceler içerisindeyken, ondan sadece bir kez yardım gören öğretmen olan torunu ziyaretine geldi. Dedesine bir kitap hediye getirmişti. Oysa dedesi bugüne kadar asla bir kitap okumamıştı. Boş insanların işi diye görürdü okumayı. En son okuduğu kitap ilk okulda okuduğu “Cin Ali” kitabıydı.

Televizyon izlemekten çok sıkıldığı bir an, bu kitabı eline aldı. Belki resim vardır diye sayfalarını karıştırırken kısa bir şiir dikkatini çekti. Şiiri okudu, bir daha okudu, sonra bir daha…

Yutkundu, gözleri doldu. Sonra masa üzerindeki ilaçlardan bir avuç aldı ve içti. Yine kitabı eline alarak şiiri son bir kez daha okudu ve önce kitap elinden düştü, ardından yere yuvarlandı.

Bir süre sonra içeriye gelen hemşire, adamın öldüğünü anladı. Torununa haber verdi. Torunu dedesinin ilaç içerek intihar etmesine şaşıyordu, hayatı bu kadar seven bir insan nasıl intihar ederdi?

O sırada gözü yerdeki kitaba ilişti. Tam da şiirin bulunduğu sayfa açıktı. Şiirin her mısrasının altı çizilmişti. Şiiri okuyunca dedesinin niçin intihar etmiş olduğunu anlaması hiç de zor olmadı. Belki de bu ölüme kendisi neden olmuştu. Şiirin mısraları şöyleydi:

Bir tek kalbin kırılmasını önleyebilirsem
Boşuna yaşamış olmayacağım.
Ya da bir acıyı yaşamdan alabilirsem
Veya bir yarayı sarabilirsem
Veya bir ardıç kuşunu yeniden yuvasına koyabilirsem
Ya da bir fidanın yeşermesini sağlayabilirsem
Boşuna yaşamış olmayacağım.

Yol Tarifi

Adamın biri ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:
– Buraların yabancısıyım, parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum. Çok yakın olduğunu söylediler, demiş.

Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:
– Ben de buraya ilk defa geliyorum, ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor sanırım, demiş.

Adam çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez. Çocuk:
– Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.

– İyi ama, bunların parktan değilde tek bir ağaçtan gelmediği ne malum?
Çocuk:
– Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez. Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu da duyacaksınız.

Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken fark etmiş çocuğun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini fark ettiğini.
Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:
– Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar özledim ki… Sizinkiler sağlam öyle değil mi?

Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:
– Artık emin değilim,demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür.

Rehin Bırakılan Rolls Royce

NewYork’ta bir bankanın önünde duran son model Rolls Royce otomobilden inen adam, hızlı adımlarla bankaya girdi ve önüne çıkan ilk görevliye, bireysel kredi için başvuruda bulunmak istediğini söyledi. Görevli onu, müşteri temsilcisine götürdü. Adam, çok acele bir iş için Avrupa’ya gitmek zorunda olduğunu ve bu nedenle bir hafta vadeli beş bin dolar krediye gereksinim duyduğunu söyledi. Müşteri temsilcisi kısa bir araştırma yaptıktan sonra dondu.

“Ticari ve mali sicilinizi inceledik. Bu krediyi almanız için bir engeliniz yok.” dedi ve ekledi:
– Fakat bir konuyu belirtmeliyiz. Bizim bankamızla daha önce hiç çalışmamışsınız. Banka olarak sizi resmen tanımıyoruz. Bu nedenle, söz konusu krediyi verebilmemiz için karşılığında sizden bir teminat almak zorundayız.
Adam cebinden Rolls Royce’un anahtarını çıkardı, bankanın müşteri temsilcisine uzattı:
“Çok acelem var, uçağa yetişeceğim, kapıdaki Rolls Royce’u teminat olarak alabilirsiniz.” dedi.
Kredi işlemleri çok hızlı bir biçimde tamamlandı. Rolls Royce otomobili bankanın garajına çektiler, adama da beş bin dolar krediyi verdiler. Müşteri temsilcisi, kişisel merakını gidermek için bir hafta boyunca özel bir araştırma yaptı ve bankalarının bu yeni müşterisinin çok büyük bir iş adamı ve çok büyük bir servet sahibi olduğunu öğrendi. Bir hafta sonra adam yeniden gelip, borcunun anaparası olan beş bin dolarla, bir haftalık faizi dokuz buçuk doları ödedikten sonra, müşteri temsilcisi bir türlü yenemediği merakının dürtüsüyle sordu:
“Sizin, çok büyük bir iş adamı ve çok büyük bir servetin sahibi olduğunuzu öğrendim.” dedi. “Yalnızca kişisel merakımdan soruyorum. Lütfen söyler misiniz, sizin için çok küçük bir miktar olan beş bin dolarlık krediye neden gereksinim duydunuz?”
Adam hafifçe gülümsedi: “Siz de bana lütfen söyler misiniz?” dedi. “Böyle lüks bir otomobili, NewYork’ta hangi kapalı garaja, bir hafta boyunca dokuz buçuk dolara bırakabilirsiniz?”

Acele Karar Vermeyin

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış…

Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. “Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı?” dermiş hep.

Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var,  ne de atın.” demişler…
İhtiyar “Karar vermek için acele etmeyin.” demiş.”Sadece at kayıp.” deyin, “Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.” Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.

Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş… Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. “Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var..”
“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz.” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?” Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu herif sahiden akılsız.” diye geçirmişler…

Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara.”Bir kez daha haklı çıktın.” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın.” demişler. İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz.” diye cevap vermiş.”O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler… “Gene haklı olduğun kanıtlandı.” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki . asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer…”
“Siz erken karar vermeye devam edin.” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”

İhtiyar sözlerini şu nasihatle tamamlamış;
“Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”

Çeviri »